YAŞAYAN DEMOKRASİ
Orta Asya Türk tarihinde devlet, kağan adı verilen hükümdar tarafından yönetiliyordu. Hükümdarlar kağan unvanının yanı sıra han, hakan, şanyü, idikut gibi unvanları da kullanmışlardır. Kağan “kut”a göre belirlenirdi.
Kut İnancı:
Devleti yönetme hakkı Tanrı(gök tanrı) tarafından kağana verildiğine inanılırdı. Bu hak, kan yolu ile hükümdarların erkek çocuklarına geçerdi.
Kut’un sonuçları:
**Kağan olma hakkı Tanrı kaynaklı olduğu için halkın kağana mutlak bağlılığı söz konusu idi.
**Kut’un kan yolu ile hükümdarların oğullarına geçtiğine inanıldığı için “devlet toprakları hükümdar ailesinin ortak malıdır” anlayışı söz konusudur.
**Kağanın oğulları Kut kanı taşıdıkları için tahta geçme konusunda eşit hakka sahiptiler. Bu durum taht kavgalarının yaşanmasına neden olmuştur. Taht kavgalarının sonucunda kimin kağan olacağına ise yine Tanrı tarafından belirlendiğine inanılırdı.
Kağan’ın en önemli görevleri devletin bütünlüğünü korumak, halkın ihtiyaçlarını karşılamak, toplumda adalet ve güveni sağlamaktı.
Kurultay, toy: Eski Türklerde devlet işlerinin (askeri, ekonomik, siyasi, sosyal) görüşülüp karara bağlandığı meclise denir. Kurultay, kağanın başkanlığında yılda iki kez toplanırdı. Kurultayda hükümdarların yanı sıra boy beyleri, memurlar, din adamları ve hatun bulunurdu.
Kurultayda görüşülen konularda, alınan kararlarda son sözü söyleme hakkı, kağana aitti. Bu yüzden kurultay, danışma meclisi özelliği göstermektedir. Kağan sefere çıktığı zaman devleti hatun yönetirdi. Bu durum eski Türk devletlerinde kadının yerinin önemli olduğunu göstermektedir.
Büyük Selçuklu Devleti döneminde de kut anlayışı geçerliliğini sürdürmüştür. Sultanın Tanrı tarafından belirlendiğine inanılırdı. Sultan da Tanrı adına devleti yönetirdi. Sultanın en önemli görevleri idaresi altındaki halkı huzur ve güvene kavuşturmak, onları doyurmak, giydirmek ve zengin etmekti. Kut inancının bir devamı olarak devleti yönetme yetkisi babadan oğula geçerdi. Şayet sultanın oğlu yok ise hanedana mensup başka bir erkek tahta geçme hakkına sahipti.
Osmanlı Devleti’nde ise devlet yönetiminden padişah sorumluydu. Devleti yönetme hakkı babadan oğula geçerdi. Padişah oğulları (şehzadeler) tahta geçmekte eşit hakka sahipti. Bu durum bir yandan “Devlet, hükümdar ailesinin ortak malıdır.” Anlayışının doğmasına neden olurken diğer taraftan taht kavgalarının temel nedenini oluşturmaktadır. Çıkan kavgalar devletin bütünlüğünü bozmaktaydı. Bu durumu engellemek için;
***l.Murat döneminde “ülke yönetimi hükümdar ailesine değil, hükümdar ve oğullarına aittir.” Kuralı benimsenmiş,
***ll.Mehmet (Fatih) döneminde, Kanunname-i Ali Osman ile devletin bütünlüğünü korumak için hükümdarın, kardeşlerini öldürebilmesi kolaylaştırılmıştır.
***l.Ahmet döneminde, ekber ve erşedle şehzadeler arasında en yaşlı ve en bilgili olanının padişah olabileceği kuralı uygulanmıştır.
Osmanlı Devleti’nde padişahın yanında ona devlet işlerinde yardımcı olan kurula Divan-ı Hümayun denirdi. Kuruluş döneminden itibaren divan toplantılarına padişah başkanlık ederdi. Fakat bu durum ll.Mehmet (Fatih)’ten itibaren değişmiştir. Fatih divan üyelerinin görüşlerini aha rahat söylemelerini sağlama için divan toplantılarına katılmamış, Divan-ı Hümayun başkanlığını sadrazama bırakmıştır. Divan-ı Hümayun’da devlet işleri görüşülüp karara bağlanırdı; fakat son sözü söyleme hakkı padişaha aitti. Bu özellik Divanın danışma meclisi niteliğinde olduğunu göstermektedir.
ll.Mahmut döneminde Divan-ı Hümayun kaldırılmış, yerine bakanlıklar(nazırlıklar) kurulmuştur. Osmanlı Devleti yönetiminde gerçekleştirilen bir diğer yenilik hareketi padişah Abdülmecit döneminde ilan edilen Tanzimat Fermanı(1839)’dır. Ferman, dönemin Hariciye Nazırı (dış işleri bakanı) Mustafa Reşit Paşa tarafından hazırlanmış ve Gülhane Parkı’nda halka okunmuştur. Bu yüzden bu fermana Gülhane Hattı-ı Hümayunu da denir. Ferman kararlarından bazıları şunlardır;
***Dini ayrım yapılmaksızın tüm vatandaşların can, mal, namus güvencesi devlet garantisi altındadır.
***Vergiler herkesin gelirine göre toplanacaktır.
***Herkes malına, mülküne sahip olacak, malını miras bırakabilecektir.
***Herkes kanun önünde eşit olacaktır.
Bu fermanla hukukun üstünlüğü kabul edilmiştir. Ferman kararlarına padişahın kendisi de uyacağını ilan etmiş ve ilk defa padişahın yetkileri kendi isteği ile kurallarla sınırlandırılmıştır. Tanzimat Fermanı Türk tarihinde demokratikleşmenin ilk adımı olarak kabul edilir. Tanzimat Fermanı ile vatandaşlık hakları genişletilmiş, kişisel özgürlükler arttırılmıştır.
1876’da l.Meşrutiyet’in ilanı ile Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası Kanun-i Esasi de yürürlüğe girmiştir. Böylece il defa anayasal yönetime geçilmiştir.
l.Meşrutiyet döneminde Meclis-i Ayan(Ayan meclisi), Meclis-i Mebusan (Mebuslar Meclisi) olmak üzere iki meclis oluşturuldu. Ayan meclisi üyelerini padişah seçerken, Mebusan Meclisi üyelerini halk seçmiştir. Osmanlı Devleti’nde ilk defa halk seçimlere katılmış, yönetime dahil olmuştur. Fakat bu dönemde meclisi açma-kapatma hakkı padişaha aitti. Çıkarılan yasaların yürürlüğe girebilmesi için padişahın onayı gerekiyordu. Ayrıca Mebusan Meclisi’nin aldığı kararlar padişahın seçtiği Ayan meclisine geliyordu.Ayan meclisi isterse bu kararlarda değişiklik yapabiliyordu. Bu durum halkın yönetimdeki etkinliğini sınırlandırmaktaydı.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı esnasında padişah ll.Abdülhamit meclisi kapatma yetkisini kullanarak l.Meşrutiyet’e son vermiştir.
ll.Meşrutiyet (1908)’in ilanı ile birlikte yeniden meclis açılmış ve Kanun-i Esasi yürürlüğe girmiştir. Bu dönemde anayasada yapılan en önemli değişiklik padişahın meclisi açma kapatma yetkisinin zorlaştırılmasıydı. Fakat bu da tam olarak yönetimde halk egemenliğini sağlayamamıştır. ll. Meşrutiyetin ilanından bir yıl sonra meşrutiyeti istemeyen bir grup İstanbul’da ayaklanma çıkarmış (31 mart olayı) ayaklanmayı İttihat ve Terakki Derneğine üye subaylar bastırmıştır.
Son Osmanlı Mebusan Meclisi 1920 yılında, itilaf devletleri(İngiltere, Fransa…) tarafından kuşatılmış olan İstanbul’da toplandı. Seçilen mebuslar(milletvekilleri) kurtuluş savaşı lehine kararlar aldıkları için İngilizler mebusan meclisini dağıttılar. Milletvekillerinin bir kısmını Malta adasına sürgüne gönderdiler. Kurtulan bazı milletvekilleri de daha sonra açılan Ankara’daki TBMM’ne katıldılar.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Açılması (23 Nisan 1920):
Türkiye Büyük Millet Meclisi yurt genelinde yapılan seçimler neticesinde 120 milletvekillerinin katılımıyla 23 Nisan 1920’de açılmıştır. Meclisin açılması ile birlikte milli iradeye dayalı yeni bir yönetime geçilmiştir. ”Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” İlkesi benimsenerek devlet yönetimine halkın egemen olması sağlanmıştır.
1 Kasım 1922’de meclis aldığı kararla saltanatı kaldırmıştır. Böylece devlet yönetiminde ulusal egemenlik güçlendirilmiştir. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı ile yönetim şeklinin adı konmuş, yönetim anlayışı belirlenmiştir.
Ülkemizde milli egemenlik seçimler aracılığı ile sağlanmaktadır. 18 yaşındaki her Türk vatandaşı oy kullanma hakkına sahiptir. Seçim dönemlerinde millet oy kullanarak kendisini mecliste temsil edecek olan milletvekillerini seçer. Milletvekilleri de halkın adına devleti yönetir.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN TEMEL NİTELİKLERİ:
Anayasamızın ilk 6 maddesi:
Madde 1-Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
3-Devletin bütünlüğü, resmi dili, bayrağı, milli marşı ve başkenti
4-Değiştirilemeyecek Hükümler
Madde 4-Anayasanın 1.maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2. maddesindeki cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.
5-Devletin Temel Amaç ve Görevleri
Madde 5-Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.
6-Egemenlik
Madde 6-Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti, egemenliğini, Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.
Sosyal devletin ana amacı vatandaşların huzur ve güvenliğini sağlamaktır. Sosyal devlet anlayışı içinde devlet, muhtaç vatandaşlarına yardım etmek ve onların ihtiyaçlarını karşılamakla sorumludur. Sosyal devlet olma niteliğinin bir gereği olarak devletimiz muhtaç durumda olan çocuk, genç, yaşlı ve özürlü vatandaşların ihtiyaçlarını karşılamak için çeşitli kurum ve kuruluşlar oluşturmuştur.Bu kurumlardan en önemlisi T.C Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’dur.
Bu kuruma bağlı çalışan kuruluşlar ve faaliyetleri;
1-Çocuk Yuvaları:0-12 yaş arasında korunmaya muhtaç çocukların eğitim, sosyoekonomik, sağlık ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü sosyal hizmet kuruluşlarıdır. Ülkemizde T.C Başbakanlık sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı 86 çocuk yuvası bulunmaktadır.
2-Yetiştirme Yurtları:Anne ya da babası olmayan ya da terk edilen 13-18 yaş arasındaki çocukların bakımını, iş ve meslek edinmelerini sağlamakla yükümlü olan kuruluşlardır.
3-Huzurevleri:Ülkemizde T.C Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı olarak çalışan Yaşlı Bakım ve Hizmet Daire Başkanlığı huzurevleri ile yaşlı ve bakıma muhtaç vatandaşların ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Yaşlıların ihtiyaçlarını giderme, bakım ve korumalarını sağlanmaktadır.
Bu hizmetlerin dışında devletimiz muhtaç vatandaşlarımıza yiyecek ve para yardımı yaparak bu vatandaşlarımızın refahını sağlamaktadır.
Demokratik devletin ana unsurlarından biri milli egemenliktir. Ülkemizde 5 yılda bir yapılan genel ve yerel seçimlerde vatandaşlarımız oylarını kullanarak yöneticileri seçmektedir. Bu yöneticiler millet adına devleti yönetmektedirler. Fakat bu yöneticilerin de yetkileri sınırsız değildir.
Demokratik yönetimlerde farklı fikirlere sahip insanlar birbirlerinin fikirlerine saygı duyarlar. Devlet yönetiminde vatandaşların fikirleri siyasi partiler aracılığı temsil edilir.
Anayasada da belirtildiği gibi devletimiz laik bir devlettir. Vatandaşlarımız herhangi bir dini benimseme ve ibadetlerini yerine getirme özgürlüğüne sahiptir. Bunun yanında herhangi bir dini ya da inancı benimsemeye zorlanamaz.
Toplumumuzda yaşayan insanlar dini ayrım yapılmaksızın kanun önünde eşit haklara sahiptir. Bu yüzden dine dayalı ayrıcalıklar reddedilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devletidir. Bu durumun en önemli özelliği, hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemiş olmasıdır. Hukuk devletinde devletin ve milletin çıkarları ön planda tutularak yönetimdeki kişilerin keyfi uygulamaları engellenmektedir.
Yasalar ve kanunlar milletin seçmiş olduğu vekillerden oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yapılır. Yapılan bu yasaların hukuka aykırı olup olmadığı Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenir. Yasaların anayasaya aykırı olan maddeleri iptal edilir.
Yöneticiler, görevleri boyunca anayasaya uygun olarak halkın çıkarları doğrultusunda çalışmak durumundadırlar. Bu durumu denetlemek için Danıştay, Sayıştay ve İdari Mahkemeler görev yapmaktadır. Hukuka aykırı kararlar bu mahkemelerce iptal edilir.
Hukuk devletinin temel amacı vatandaşlık haklarını korumaktır. Vatandaşlık hakları bireyin doğuştan sahip olduğu, dokunulmaz ve vazgeçilmez haklardır.
YÖNETİMİN ÖZÜ:
İnsan yaşamını toplum içinde sürdürür. Toplum, fertlerin oluşturduğu insan grubudur. İnsanlar ihtiyaçlarını karşılamada birbirlerine muhtaçtırlar. Bu nedenle toplumda birliktelik , yardımlaşma ve iş bölümü doğmuştur.
İnsanlar yaşamlarını sürdürebilmek için birbirleriyle dayanışmak, ekonomik ve toplumsal iş bölümü yapmak zorundadırlar. Söz konusu olan bu ilişkilerin düzenlenebilmesi için de devlete ihtiyaç vardır. Sınırları belirli bir ülke içinde yaşayan insanların oluşturduğu toplumda düzeni sağlamakla görevli siyasi örgütlenmeye devlet denir.
Devletin temel olarak 3 unsuru vardır;
1-Vatan(Yurt)
2-Millet(ulus)
3-Egemenlik (Yönetme gücü)
Devlet otoritesini kurmak için yasama, yürütme ve yargı güçlerini kullanır.
Devlet yönetiminin sağlıklı işleyebilmesi devleti oluşturan kurumların üzerlerine düşen görevleri eksiksiz yerine getirmeleri ile mümkündür. Vatandaşların da üzerlerine düşeni yapması (vergi vermek, askerlik yapmak, seçimlere katılmak, kanunlara uymak) gerekmektedir.
Tarih boyunca ortaya çıkan devletler yönetme gücünü farklı kaynaklardan almışlardır. Bu kaynaklara göre monarşi, Meşrutiyet, Oligarşi (yönetimi bir grubun elinde tutması), Teokrasi (Devlet yönetiminde dini kurulların geçerli olması), Cumhuriyet gibi yönetim şekilleri ortaya çıkmıştır. Monarşide egemenlik tek kişiye (kral, padişah, çar gibi) ait iken meşrutiyet yönetiminde bu kişi, yetkilerinin bir kısmını meclisle paylaşmak durumundaydı. Cumhuriyette ise egemenlik hakkı tamamen millete aittir.
Ülkemizde ise yönetim gücünü, tamamen halktan alan demokratik bir yönetim şekli olan cumhuriyettir.
Türkiye Cumhuriyeti’nde ülkeyi yönetecek kişiler, belli aralıklarla, eşit ve genel oy esaslarına dayanan, serbest, çok partili ve yargı denetiminde yapılan seçimler ile halk tarafından belirlenir.
Türkiye Cumhuriyeti’nde seçimler sonucunda çoğunluğu elde eden siyasi partinin kullanabileceği yetkiler sınırsız değildir. Yasa yapma(yasama) , bu yasaları uygulama (yürütme) , ve bu yasalara ve hukuka aykırı durumları denetleme ve yasalara uymayanları cezalandırma (yargı) yetkilerinin tamamı seçimi kazanan partinin elinde toplanamaz. Yasam, yürütme ve yargı yetkilerinin aynı kurumun elinde bulunmaması durumuna güçler ayrılığı ilkesi denir. Eğer bu üç güç aynı kurumun elinde bulunursa güçler birliği ilkesi denir. Güçler birliği ilkesi Türkiye Devletinin ilk yıllarında uygulanmış. Güçlerin tamamı TBMM’de idi. Sebebi ise savaş yılları olmasından dolayı kararların çok hızlı ve gizli alınması gerekiyordu. Bu nedenle güçler birliği ilkesi uygulanmıştır.
Özellikle de yargı yetkisini kullanan mahkemeler diğer iki organdan (yasama ve yürütme ) tamamen bağımsızdır. Meclisteki çoğunluğun çıkaracağı yasaların da hukuka aykırı olup olmadıkları bu bağımsız yargı organlarından biri olan Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenir.Anayasaya aykırı olan yasalar bu mahkeme tarafından iptal edilerek geçersiz sayılır. Ayrıca yönetenlerin yaptıkları işlemler de Danıştay ve İdare Mahkemeleri tarafından denetlenir. Hükümetin ve meclisin yaptığı harcamalar ise sayıştay tarafından denetlenir.Bu işlemlerden hukuka aykırı olanlar, bu mahkemeler tarafından iptal edilir.
Kanunların Yapılması:
Seçimler sonrasında, en fazla milletvekili çıkaran partinin genel başkanına(milletvekili olmak şartıyla) Cumhurbaşkanı tarafından hükümeti kurma görevi verilir. Görev alan milletvekili(başbakan adayı) çalışacağı bakanları belirler ve liste haline getirir. Bu listeyi cumhurbaşkanına sunar. Eğer kabul edilirse, mecliste belirlediği bakanları ve ülkeyi yönetirken hangi hizmetleri(parti programı) yapacağını milletvekillerine açıklar. Sonrasında 550 kişilik milletvekili toplamının çoğunluğunun oyunu alırsa güven oyu almış kabul edilir. Hükümet çalışmalarına başlar. Çoğunluk oyu için yarıdan bir fazla oy yeterlidir. 550/2=275+1=276 . Hükümeti kuran yani ülkeyi yöneten partiye iktidar partisi denir. Bazen tek partinin oyu en az 276 oy almaya yetmeyebilir. Bu durumda hükümeti birden fazla parti kurmak zorunda kalabilir. Bu şekilde kurulan hükümetlere koalisyon hükümetleri denir. Hükümette olmayan yani ülkeyi yönetmeyen partilere muhalefet partileri denir.
Yasama yetkisini (yasa yapma) kullanan TBMM’nin kanun çıkarma sürecini birlikte öğrenelim:
Bir kamu kurumunun hazırlattığı taslağın başbakan Mecliste bulunan milletvekillerinin biri ya da birkaçının
Tarafından incelenmesinin ardından bakanlar kuru- herhangi bir konu ile ilgili yaptığı çalışmadır.
lunca imzaya açılır. Bakanlar kurulunun onaylanma-
sı ile yasa tasarısı haline gelir.
Yasa tasarısı ve yasa teklifleri TBMM Başkanlığına gönderilir. Buradan ilgili komisyona havale edilir.
TBMM Başkanlığı tarafından gönderilen yasa ve tekliflerin incelendiği uzman kurullardır.(Anayasa Komisyonu, Adalet Komisyonu, İç İşleri Komisyonu, Dış İşleri Komisyonu vb.). Niteliğine göre çalışmalar bu komisyonlardan birine gönderilir.
İlgili komisyon tasarısı ve teklifi inceledikten sonra düşüncelerini bir rapor halinde Meclis Genel Kuruluna sunar.
Genel kurula gönderilen tasarı ya da teklif ile ilgili siyasi partilerin, hükümetin ve milletvekillerinin görüşleri alınır. Daha sonra oylama yapılarak tasarı ya da teklifin maddeleri görüşülür. Maddelerin görüşülmesine geçilmediği takdirde ise tasarı ya da teklif reddedilmiş kabul edilir. Genel kurulda kabul edilmiş tasarı kanunlaşmış sayılır. Yürürlüğe girebilmesi için Cumhurbaşkanına gönderilir.
Kanunlaşan tasarı ya da teklifin yürürlüğe girebilmesi için cumhurbaşkanı tarafından 15 gün içinde onaylanarak Resmi Gazete’de yayımlanması gerekir. Cumhurbaşkanı tarafından onaylanan kanunların Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girer. Cumhurbaşkanı, 15 gün içinde onaylamadığı kanunları gerekçe göstererek yeniden görüşülmek üzere meclise gönderir.Cumhurbaşkanı böylece kanunu veto(red) etmiş olur. TBMM’ye gönderilen kanun aynen kabul edilirse cumhurbaşkanı bu kanunu Resmi Gazete’de yayımlatmak durumundadır. Resmi Gazete’de yayımlanan kanunun iptali için cumhurbaşkanı 60 gün içinde Anayasa Mahkemesi’ne dava açabilir.
Yürütme yetkisinin temelinde Meclis tarafından çıkarılan yasaların uygulanması yatar. Ülkemizde bu yetki cumhurbaşkanı ve bakanlar kuruluna verilmiştir. Yöneticiler yürütme işlevini yerine getirirken kamu çıkarını düşünmek durumundadır. Aksi bir durumda hukukun üstünlüğü ilkesi gereğince yargıyla denetlenir. Yargı ise bağımsız mahkemelere verilmiştir. Bağımsız mahkemeler bu yetkisini millet adına kullanmaktadır.
ÇEVRE KİRLİLİĞİ VE ÇEVRE YASASI:
Hükümet tarafından hazırlanan yasa tasarıları, kamu tarafından her zaman olumlu bulunmayabilir. Demokrasilerde kamuoyu benimsemediği tasarıların çıkmaması ya da istediği yasaların çıkması için hükümete baskı kurup olumlu sonuç elde edebilmektedir. Kamuoyu;halkın bir konu üzerinde benimsediği genel görüştür. Kamuoyu oluşabilmesi için öncelikle bilgilenmesi gerekmektedir. Bilgilendirme kitle iletişim araçları ve sivil toplum örgütleri aracılığıyla yapılmaktadır. Tasarı ile ilgili yapılan yayın süresi, tasarının ilgilendirdiği kişi sayısı gibi etkenlere bağlı olarak kamuoyu tepkisinin derecesi farklı olabilmektedir. Kamuoyu tepkisini mitingler, imza kampanyaları, grevler, protestolar vb. şeklinde gösterebilmektedir.
Sivil Toplum Kuruluşları: Resmi kurumlar dışında çalışan, üyelerinin ve çalışanların gönüllülük esasına dayanarak oluşturulmuş hukuksal kuruluşlara sivil toplum kuruluşları denir. Çeşitli amaçlar için kurulan vakıf ve dernekler, meslek odaları , sendikalar en önemli sivil toplum kuruluşlarıdır.
Çevre tüm canlıların hayat alanını oluşturur. Bizler barınma, beslenme gibi ihtiyaçlarımızı bu hayat alanında sağlarız.
Son yıllarda çevre kirliliğinin artmasına paralel olarak dünyada doğal denge bozulmaya başladı. Atık maddelerin hava, su ve toprağa karışması başta insanoğlu olmak üzere tüm canlıları olumsuz etkilemektedir.
Çevre kirliliğinin en önemli nedenlerinden biri küçük sanayi kuruluşlarının maliyeti artırması bahanesi ile arıtma tesisi kurma yerine zehirli maddeleri doğaya bırakmalarıdır.
Özellikle ülkemizde 1983 yılında çıkarılan Çevre Yasası’nın eksiklikleri ve cezalarındaki caydırıcılığın azlığı kötü niyetli kişilerin çevreye kolayca zarar vermelerine neden olmaktadır. Çevre Yasası’nın caydırıcılığını artırmak için ilk defa 1995 yılında hazırlanan tasarı bir türlü yasallaşamadı. Fakat 8 Nisan 2006’da İstanbul’un Tuzla’ya bağlı Orhaneli beldesinde gömülü olarak bulunan zehirli varillerin ortaya çıkması toplumun dikkatini çevre problemlerine çekti.
Atıkların,arıtılması ve değerlendirilmesi için İZAYDAŞ kurulmuştur.(İzmit Atıkları, Artıkları, Arıtma, Yakma ve Değerlendirme Anonim Şirketi)
Bu süreçte özellikle çevre kuruluşları, çeşitli meslek odaları ve vatandaşlarımızın düzenledikleri imza kampanyaları, protesto gösterileri ve basın açıklamaları ile hükümet üzerinde büyük bir baskı oluşturdu. Vatandaşlarımızın ve sivil toplum kuruluşlarının bu baskıları tasarının Meclis’ten çıkma sürecini hızlandırdı. 11 yıllık bekleyişin arından Çevre Yasası 26.04.2006’da yasallaştı.
Bu yasaya göre;
¨Atık alım ön arıtma, arıtma ya da bertaraf tesisleri kurmayanlar, kurup da çalıştırmayanlar, yasak atıkları toprağa gömenler ağır para cezalarına çarptırılacaktır.
¨Bakanlıkça tesis ve işletmelerden istenen çevresel etki ve değerlendirme raporunda yanlış ve yanıltıcı bilgi verenler 1 yıla kadar hapisle cezalandırılacaktır.
¨Balık çiftlikleri, kapalı koy ve körfezler ile doğal ve akreolojik sit alanlarına kurulmayacaktır.
¨Çevre sorunları ile daha yakından ilgilenmek üzere Çevre ve Orman Bakanlığı’na bağlı Yüksek Çevre Kurulu oluşturulacaktır.
¨Toplumu rahatsız eden gürültü ve titreşimin belirli bir standarda indirilmesi sağlanacaktır. Tedbir almayan ya da yasal standartlara uymayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.
Çıkarılan bu yasa ile çevre kirliliği önlenmeye çalışırken yasaların caydırıcılığı artırılmıştır.
Hükümet, kıyı Kanunu’nda yapacağı değişiklikle tüm kıyıları yapılaşmaya açmayı planlıyor. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın hazırladığı yasa tasarısı taslağı,Kıyı Kanunu’nun bazı maddelerini değiştirerek, kıyı şeridine her türlü yapının inşa edilmesine olanak tanıyor ve kıyı şeridindeki kaçak yapılar için de imar affı getiriyor. 3621 Sayılı Kıyı Kanunumda Değişiklik yapılmasına Dair Kanun Tasarısı Taslağıyla kıyılarımıza, çevresel etkileri ağır olarak uygulamalar için açılmış yeni alanlar gözüyle bakılıyor. WWF Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Genel Müdürü “Türkiye kıyıları, birçok örnekte görüldüğü üzere, hoyratça, kamu yararı ilkesinden uzak, belirli kesimlere çıkar sağlamaya yönelik kullanımlara maruz kaldı.
Kıyıların geleceğimiz ve ülkemiz için önemli bir ekonomik değer olduğu sürekli gözardı ediliyor, sürdürülebilir ve akılcı planlama yerine, kaçak, yasaya aykırı ve sürdürülebilir olmayan kullanım şekilleri kıyılarımızı yok ediyor. Yıllardır daha iyi bir kıyı kullanımı ve var olan yasanın uygulanması için toplumun her kesimi uğraşırken, şimdi bu yasa değişikliği söz konusu. Kıyılarımızda büyük doğal alan kaybına ve tahribatına neden olan Karadeniz ve Akdeniz’deki duble yollar, yapılaşma yasağı olan kıyılardaki yapılar için hukuksal zemin oluşturulmaya çalışılıyor.”
Kıyı Kanunu’nda değişiklik öngören yasa tasarısı, son yıllarda korunan alanlar da dahil olmak üzere, tüm kıyı alanları üzerinde artan baskıların önünü açacak niteliktedir. Mevcut yapısıyla bile Türkiye’nin kıyılarının korunmasında etkisiz kılınan Kıyı Kanunu’nda yapılması planlanan değişiklik, kıyıların sürdürülebilir kullanımı ve kamu yararı gözetilmesi ilkeleriyle tamamen çelişmektedir.
Değişiklik öngören yasa tasarısıyla, yürürlükte olan Kıyı Kanunu’nun ikinci bölümünün 6.maddesinde yer alan yapılara ek olarak; karayolu, demiryolu, hava meydanı, terminal, gar, açık otopark, her türlü boru hatları, enerji ve haberleşme nakil hatları ve tüp geçitlere ait yapı ve tesisler, doğalgaz ve bu gibi madenlerin işletilmesi ve nakliyesine yönelik tesisler gibi büyük yatırımlara olanak tanınacak olması dikkat çekiyor.
İZCİ DAİMA HAZIRDIR;
Eğitsel kulüpler, kuruluş yapısı bakımından demokratik oluşumlardır. Bir demokratik kurumda olması gereken genel kurul, yönetim kurulu gibi organlar kulüplerde bulunmalıdır. Kulüplerin kurulmasının gerekçelerinden biri de demokratik yapıları tanıtmaktır.
Eğitsel kulüpler; demokratik merkeziyetçilik ilkesini uygulayarak çalışırlar. Bu ilkeye göre; kararlar alınırken, üyelerden gelen öneriler yetkili organlar tarafından alınır. Tüm üyelerin katılımıyla hayata geçirilir. Kulüp faaliyetleri için karar alınırken oylama işlemi yapılır ve oy çokluğuyla karar alınır.
Okulda kurulması düşünülen eğitsel kulüplere, öğrenciler ilgi ve yetenekleri doğrultusunda katılır. Eğitsel kulübün yönetici kurulu seçilirken demokrasinin temel ilkeleri olan seçim ve temsil edilme, genel ve eşit oy, çoğunluğun yürütme hakkı gibi ilkeler gözetilir. Demokratik yolla gizli oy kullanarak seçim yapılır. Yönetici kurulun seçilmesinden sonra bir başkan, bir sekreter ve bir de sayman yer alır. Yönetici kurulun yanında bir de denetleme kurulu seçim yolu ile oluşturulur. Bu kurullar ayda en az bir kere toplantı yaparak tesbit edilen sorunlara çözüm arar. Yapılan çalışmaların sonuçları ve yapılması düşünülen faaliyetlerin neler olduğu ile ilgili raporlar hazırlar. Rapordaki bilgiler diğer eğitsel kulüp üyelerinin bilgi alma haklarına uyularak kişilere duyurulur.
Bu çalışmalar demokrasi konusunda daha yapıcı bilgilere ve davranışlara sahip olmak öğrencilere demokrasinin temel ilkeleri ile beraber çalışma ve sorumluluk alma, başkalarının hak, görüş ve düşüncelerine saygı duyma ve hoşgörüyle karşılama gibi nitelikler kazandırır.
Günlük sınıf etkinlikleri demokrasi eğitimini daha anlaşılır ve somut hale getirir. Kulüp çalışmaları, sınıf içi kararlar alınmasında problemlere ortak çözümler getirilmesinde ve iş birliği kazanmakta rol oynar.
Demokrasi bilincinin geliştirilmesi için yapılan eğitsel kulüplere izcilik örneği verilebilir,
İzcilik; din, ırk, cinsiyet ve benzeri herhangi bir ayrım gözetmeyen, herkese açık, gönüllü, politik olmayan, eğitim amaçlı, üniformalı bir gençlik hareketidir. İzciliğe üyelik herkese açıktır.
İzciliğin temel amaçları;
Tanrıya ve vatanıma karşı vazifelerimi yerine getireceğime, izcilik türesine uyacağıma, başkalarına her zaman yardımda bulunacağıma, kendimi bedence sağlam, fikirce uyanık ve ahlakça dürüst tutmak için elimden geleni yapacağıma şerefim üzerime ant içerim.
İzcilik İlkeleri (Türesi)